Markanın Fiat’a devredilmeden önce geliştirdiği son model. Arka itişli, 50:50 ağırlık dağılımlı ve yolda virajlara fısıldayan bir sedan. Kulağa güzel geliyor değil mi? Eh, direksiyona oturunca daha da güzelleşiyor.
Tasarım mı? Kimi açıdan tam bir İtalyan jantiği, kimi açıdan “acaba burada ne olmuş?” dedirten hatlara sahip. Ama o “telefon tuşu” jantlar, makyajlı tamponlar ve sportif fender'lar otomobilin havasını yeterince kurtarıyor.
İç mekân ise tam bir “retro şölen”. Cam düğmeleri tavanda, el freni uçak kokpitinden fırlamış gibi. Gösterge paneli 80’lerin tüm kare ruhunu yansıtıyor. Ve koltuklar? Artık üretmeyen Yunan bir markadan alınmış ama orijinal Recaro’lara çok yakın ve oldukça şık.
Teknik tarafı da şaşırtıyor: Arka diferansiyelde konumlandırılmış şanzımanla 50:50 denge sağlanmış. Arka frenler gövdenin içinde yer alıyor. Bu alt yapı daha sonra Zagato'nun özel üretimi SZ modeline de temel olmuş. Yani Alfa 75, yolda gezen mütevazı bir homologasyon efsanesi gibi.
Bu örnek özelinde kaputun altında 2.0 litrelik Twin Spark motor var. 146 beygirlik bu atmosferik motor hem sesli, hem keyifli. 3.0 V6 Busso kadar güçlü değil ama daha hafif, daha ekonomik ve daha “sürücülük odaklı”.
Sürüşte en dikkat çeken şey, virajlara olan aşkı. Ayarlanabilir Koni yaylar ve semi-slick Toyo lastikler sayesinde arka taraf her an kıpır kıpır. Ama bu kıpırdanma korkutmuyor, aksine yüz güldürüyor. Bu otomobil, sizi hızla değil, karakteriyle eğlendiriyor.
Direksiyon bazen biraz ağırlaşsa da, genel hissiyat hâlâ çok başarılı. Otobanda da keyifli, dağ yolunda da. Stelios’un dediği gibi: “Bu otomobil ne kadar hızlı gidersen değil, nasıl hissettirdiğiyle mutlu ediyor.”
Alfa 75, ne 156’nın hassas direksiyonu, ne Brera’nın zarif hatlarına sahip. Ama siz direksiyona geçtiğinizde bunların hepsi unutuluyor. Çünkü bu Alfa, sizi geçmişe götürmeden nostalji yaşatıyor.
Ve en önemlisi: Her hızda keyif veren çok az otomobil kaldı. Bu da onlardan biri.